Yerlatında, tüm fani (kolay bozulan) nesneleri, değerli eşyaları idare eden, onlara hükmeden, sahibi olan ve onlardan haz duyan “yarı-insanlar” dolaşmaktadır. Halk dilindeki isimleri “gnom” veya ” dağ sakinleri” dir ancak şimdiki isimleri “silfitler” veya “pigmeler” dir. Bu varlıklar, öteki ruhlarla karıştırılmamalıdır ama icra ettikleri iş ve sanat bakımından onlara benzerler.
Tıpkı insanlar gibi onların da hiç bir ruhta olmayan birer (fiziksel) vücutları var. İsa, kapılar kapalıyken korkmuş haldeki öğrencilerine ruhları şöyle takdim etmişti: “Bana dokunun, bana temas edin, çünkü ruhun ne benim gibi bir bedeni ne kanı ne de kemikleri olur.” İsa, bizzat kendisi ruhun gerçek bir (fiziksel) vücuda sahip olmadığını, dokunabileceğimiz bir bedeni, kemiği, kanı bulunmadığını, kendi doğal tabiatı olan rüzgar veya havada varlığını sürdürdüğünü öğretir.
Fakat bundan artık kısaca bahsettik ve bu kadarı yeterli. Dünya pigmeleri veya yarı-insanlara gelirsek, bunları ruhlar gibi değil daha çok biz insanlar gibi kabul etmelidir. Eğer ruh adıyla çağırılıyorlarsa da mutlaka dünya-ruhlarıdır, çünkü diğer ruhlar gibi rüzgar veya havada varlık sürdürmezler, onların kendi kaosları ve yer altında kendine ait yerleşim bölgeleri mevcut.
Dünya ruhlarına sıklıkla büyük hazinelerin, değerli gömülerin olduğu yerlerde rastlanılır, pek mutlu oldukları altın ve gümüş damarların olduğu dağların derinliklerinde, toprakaltlarında keşfedilebilir ve duyulabilirler. Bu varlıklar, değerli hazineleri koruyup kollarken, ondan büyük bir haz alırlar ve onlardan pek isteksizce ayrılırlar.
Onları herkesten çok madenciler bilirler ve madenciler de herkesten çok onlardan muzdariptir, çünkü onlar tarafından sürekli rahatsız edilmekte ve takip edilmektedir. Fakat bazen ölüm tehlikesinden korumak gibi iyilikler de yaparlar. Örneğin bir, iki, üç veya daha fazla defa ard arda vurdukları zaman, o yerde kazma vuran veya çalışan madenciye (yaklaşan) bir ölüm tehlikesi vardır; ya madende bir göçük olur ve madenci yıkılan dağın içine gömülür ya da başka bir ölüm tehdidi mevcuttur.
Büyük ihtimalle madenci böyle bir şeyle karşılaşmak zorunda kalacaktır. Bu ruhlar, herşeyden çok iblis olmayanlara, özellikle de nefret ettiklerine karşı öfke beslerler. Ancak bu ruhlar ile Şeytan arasında önemli bir fark var. Şeytan (Satan), ölmez, onlar ise uzun bir ömre sahip olmalarına karşın ölümlüler; bu yüzden de onlara gerçek bir ruh diyemeyiz. Kan ve bedene sahip oldukları için mutlaka ölüme mahkümdurlar. Anımsatmamız gereken bir rivayete gore Şeytan olağanüstü zenginmiş, sayısız hazineye, para, altın ve gümüşe sahipmiş, yerlatında saklı zenginliklere hakimmiş ve bir anlaşma karşılığında istediği her şeyi verebilirmiş.
Bu hikaye, Şeytan’ın çeşit çeşit zenginlikleri, altını, gümüşü ve dilediği her şeyi, iradesini ona teslim edenlere ve Yaratıcı’sını reddedip unutacak kadar ona inanana vereceğine dair yaygın inancın kaynağıdır. Fakat ben tüm bunların, mantıklı ve akıllı insanların reddetmesi gereken, hiç bir temeli olmayan bir yalan ve saçmalık olduğuna dair sizi temin ederim. Neden mi? Çünkü Şeytan, tüm yaratıkların en düşkünüdür. Yerin altında veya üstünde ve hatta diğer elementlerde ondan daha mutsuz ve zavallı, ondan daha fukara bir varlık yoktur. Onun ne parası, ne zenginlği ne de onlar üzerinde bir gücü var.
O halde kendi sahip olmadığı bir şeyleri başkalarına verebilir mi? Bununla birlikte, büyü alanında o son derece yetenekli ve de yaratıcıdır, uyanıktır ve dilediği insanlara, kandırabildiği tüm kişilere büyüleri aktarmaya, öğretmeye gücü var. Öte yandan onun hiç parası yok, hiç kimseye verecek altını ve gümüşü yok ve insana yükümlülük getiren kanlı anlaşma, yazı veya ahitler yapmaz. Ancak bunları yapan başka ruhlar mevcut.
Gerçekte küçük bir boya sahip silfitler veya pigmeler, insanlara kendi arzu ettikleri şekillerde görünmekteler. Küçük veya büyük, harikülade veya itici, zengin veya fakir bir surete girebilirler. Doğada erişilebilen türlü türlü sihirler hakkında bilgi eksiklikleri yoktur ve bu bilgileri kendilerine mal ederler. Altın, gümüş ve diğer maden damarları, hakimiyetleri, vesayetleri ve korumaları altındadır.
Eski zamanlarda birçoğu insanlar arasında görülebilirken, şimdi görünürde soyları tükendi ve her daim ölümsüz varlıklar zannedildikleri için hiç kimse onların bu izole edilişine bir anlam veremedi. Sonuçta hiç kimse hiç bir zaman onların ölümüne dair bir bilgi edinemedi veya ortadan yok olmalarına dair açıklama getiremedi. Ayrıca uzun bir süredir, şu anda ne oldukları, nereden geldikleri, nereye gittikleri, hangi yeteneklere ve uğraşlara sahip oldukları hakkında da hiç kimse hiç bir şey bilmemektedir.
Birçok kişi, bu varlıkların nimetler getiren melekler olduklarını, iyi veya dostane ruhlar olduklarını, Tanrı’nın aşağı inen insanları olduklarını ve fakat ağır günahları yüzünden sonradan alıkonduklarını varsaymaktadır. Hakikaten de (elementaller) sıkça insanlara yardımda bulunurlar, şans-kısmet getirirler, himayelerine alırlar ve ayrıca insanlara destek babında çok ağır işleri yerine getirirler. Bazıları da bu varlıkların gözlemlenemeyeceğini düşünür, çünkü insanların onları görür görmez attıkları çığlıklar sayesinde anında kaybolurlar, bir daha da ortaya çıkmazlar.
Bu ruhları gören veya duyan birçok kişi ise, onların ince hastalıkan ölen insanlar olduklarını varsayar: ya çaresizliğe gömülen, ya kendisini asan ya da başka bir şekilde ömrüne son veren insanlar. Bu insanlar Kurtarıcı Rab Tanrı’ya yüz çevirip Şeytan’a teslim olan, ardından son günlerine dek dünyayı tek başına dolaşan, Şeytan’ın tasarrufundaki bir varlığa dönüşürler. Bazı kişiler, tüm bunları boş birer takıntı olduğunu düşünmekteler, diğer bazı insanlar ise bu ruhların görüldükleri veya duyuldukları yerlerde büyük hazinelerin yerlerini işaret ettiklerini iddia ederler ve bu çok defa doğru da çıkmıştır.
Ancak çoğu zaman bunlara inanç vesile olmuş ve inanç yaratmıştır, çünkü Tanrı veya inancımız tarafından mecbur edilmedikleri takdirde ruhların herhangi bir hazineyi göstermeleri söz konusu değildir. Ve tersi de geçerli: Tanrı’nın iradesi olmadan hiç kimseye hiç bir belayı getirmeye güçleri yoktur. Ama maaleesef çoğu kişi, bunların büyücülerin sihirleri olduğunu sanır.
Hazinelerin yakınlarında onları gören veya duyan başka insanlar, bu varlıkların, bu yerlerde gömülen insanlara ait ruhlar olduğunu iddia ederler. Bu inanca gore ölüler, son hesap gününe dek veya insanları korudukları hazinelere götürene dek aynı meskende kalmak zorunluluğundadırlar. Bu fikri İsa’nın “Hazineniz neredeyse kalbiniz de orada olacaktır.” sözlerine dayandırırlar. Ancak ben, neden kalp kelimesini ruh varlığı ile değiştirmemiz gerektiğine anlam veremiyorum, bu ikisi arasında çok fark var. Bu yüzden, önceleri bahsettiğim tüm kanaatlerin, salt yanlış fikirler olduklarını iddia ediyorum, çünkü dört tabiat elementini yöneten ve içinde varlık sürdüren bu varlıkların yan-insan olarak kabul edilmesi gerektiğinde ısrar ediyorum, zaten ilkel zamanlarda Tanrı yerine onlara tapınmışlardır.
İlk tabletin yasasında Yüce Rab, onlara dikkat etmemiz için uyarmıştı, ister yerin aşağısındaki sularda (nimfler suretinde) isterse de yerin altında (silfit veya pigmeler biçiminde) olsun, hiç bir yerde Ondan başka bir tanrımız olmamalıdır. Çünkü Tanrımız, Kıskanç bir tanrıdır ve babaların günahlarını üçüncü veya dördüncü nesle varıncaya dek ödettirmektedir. İtalya’ daki Venüs Dağı bu türden çok sayıdaki varlığa ev sahipliği yapmıştı, çünkü Venüs bir nimfti ve dağ onun çarlığı ve cennetiydi. Ama şimdi o artık ölü ve çarlığının yerinde yeller esiyor. Peki, bizler de Dzbanferus ve birçok diğer insanın oraya gittiği o eski devirlerdeki gibi, onlarla ilgili bilgiye nerede ulaşabiliriz?
Ayrıca bu hikayeleri kendileri uydurmadılar, çünkü onları seven herkesi sever bir yapıdaydılar ve nefret besleyen herkesten nefret ediyorlardı. Bu nedenle de onlara inanan ve güçlerine teslim olan herkese büyüler öğrettiler ve zenginliklere (maddi hediyelere) boğdular. Onlar tüm düşüncelerimizi yönetiyorlar, bu yüzden de çağrımıza hemen cevap verebiliyor ve bize ulaşıyorlar.
Böyle bir tavsiye vermek istediğimden değil ama gerçek nedenin herkesçe bilinmesi gerektiğini düşündüğüm için, Şeytan ile bu yarı-insanlar arasındaki gerçek farkın gözetilmesi gerektiğine inanıyorum. O da şu: Şeytan, dört tabiat elementinden birinin giysisiyle (madde özüyle) giyinmediği sürece bir bedene sahip değildir, onun ne bir vücudu ne de içinde akan bir kanı var. O ebediyette varlık sürdürür, (bedensel) ölümün zayıflığı ve sonuna tabi değildir, bu nedenle de pigmeler ölürken o (bedensel ölümden) müstesnadır.
Yine de o da diğerleri de, ebediyette doğal bir yokoluşa uğramakta ve sonsuz hayat sürememekteler. Dolayısıyla onlara gücü veren, kaderlerini de birbirinden farklı kılar. Bu yüzden herkes kendisinden mesuldur ve onlara inanıp kabullenmeye geçmeden once yapıp ettiklerini iyice düşünmelidir. Kendisini, onların her dediğini yerine getiren bir köle, itaatkar bir hizmetçi sıfatına getirecek hamleyi yapmadan önce durumunu iyice tartmalıdır. Öte yandan dinlemez ve onları öfkelendirirse, ona darbe indirebilirler ve hatta hayatını bile alabilirler.
Ölü insanların bulunduğu, boyunlarının kırıldığı veya sakat bırakıldığı vakalar çoktur. Bu kazaların olduğu yerlerde Şeytan’ın parmağı olduğu yönünde çeşitli rivayetler yayılır. Buna gore ya insan verdiği sözü tutmamış ve onunla yaptığı anlaşmayı bozmuştur, ya da anlaşmanın süresi bitmiş, ödünç verilen gücün süresi dolmuş, şimdi de insan son ödülünü almıştır. Neyse ki bu rivayetler, aslı astarı olmaktan uzaktır, çünkü Şeytan’ın bunların hiç birini yapmaya kudreti yoktur.
O daha ziyade insanlara kötü düşünceler fısıldamakta, telkinleriyle Tanrı’nın irade ve emirlerinden uzaklaştırmakta ve insanları, Yaratıcı’sına yüz çeviren büyük birer günahkara dönüştürmektedir. Artık Tanrı’ya dua edemez olan bu kişileri sonra da derin bir ümitsizliğe düşürmektedir. Bu elementar (basit) ruhlar ise genelde Şeytan’ı taklit ederler ve sıkça öfke patlamalarına, Tanrı’ dan intikam nöbetlerine sebebiyet verirler. Bununla birlikte birçok tehlikeye karşı ikaz ederler, bazen hapisten kurtarırlar ve daha başka yardımlarda bulunurlar.
Az önceki nedenlerle, üzüntülü ve kederli düşüncelerin pençesine düşen kişileri tek başına bırakmamaya dikkat edilsin, ruhlarını neşelendirecek türde hoş sohbetlerle eğlendirmeye çalışılsın ve kederli-tasalı hisler uzaklaştırılsın. Ancak her durumda iblisler uyumamakta, tıpkı dünya ruhları (elementaller) gibi faal olmakta ve bu tür insanları kolayca ele geçirebilmektedir. Bazı insanlar, özellikle de genç anneler, rüyalarında kendilerini aşırı bir şekilde daralmış ve rahatsız durumda hissederlerken, hatta bazen birilerin onları boğduğunu iddia ederler.
Fakat ne çığlık atabilirler ne de yardım çağırmaya güçleri vardır. Sabahına üzerlerine bir cadının oturduğunu söylerler. Bugüne değin çoğu insan, bu kabuslara kapalı kapı ve camlardan geçemeyen cadıların veya büyücülerin sebep olduğuna inanmıştır. Oysa silfit ve nimfler için bunu yapmak çocuk oyuncağıdır.
Ah, sen, inançsız insan! Peter gibi kuşkucu ve inançsız, titrek bir yel! Sen hemen boğulursun, çünkü bunun sebebi sensin, sebebi senin zayıf, cılız, küçük inancın; ve kötü düşüncelerin de sana ancak ümitsizlik ve talihsizlik getirir. Tüm benzer olumsuzlukları çeken gizli Mıknatıs kendi içinde saklıdır. O, her şeyden once demir ve çeliği çeken Göksel Mıknatıstır. O, herşeyden üstün Öz ve Yıldız (astral) bir mıknatıstır ve gömülü gizli demiri açığa çıkarır. Göksel Mıknatıs öyle kuvvetlidir ki, gücünün doruk noktasında yüzbin mil mesafeden, herhangi bir yerdeki, dört tabiat elementindeki demiri kendine çekebilir. Daha sonra iki çarpıcı örnekle konuyu biraz daha açacağız.
Kaynak:
MAJİK ARHİDOX/ I, II
Simya ve Maji
PARACELSUS